KURUN-I VUSTAİ
ORTAÇAĞ KANUNU
ORTAÇAĞ KANUNU
VARLIK
VERGİSİ
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım...
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda 82 bin Yahudi Türkiye'de yaşıyordu. Bugün bu sayı 17 binlere gerilemiştir. Neden? Yahudileri göçe zorlayan olaylar nelerdir?
1- 1934 Trakya olayları.
2- 20 sınıf ihtiyat askerleri.
3- Varlık vergisi.
4- 6-7 Eylül olayları.
Ben bunlara mahşerin dört atlısı ismini koydum.
Bir evvelki yazımda 6-7 Eylül olaylarını yazmıştım.
İlK defa 15 Haziran 2015 yılında yazdığım varlık vergisi ile ilgili bu yazımı bir kez daha ilginize sunuyorum.
Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda 82 bin Yahudi Türkiye'de yaşıyordu. Bugün bu sayı 17 binlere gerilemiştir. Neden? Yahudileri göçe zorlayan olaylar nelerdir?
1- 1934 Trakya olayları.
2- 20 sınıf ihtiyat askerleri.
3- Varlık vergisi.
4- 6-7 Eylül olayları.
Ben bunlara mahşerin dört atlısı ismini koydum.
Bir evvelki yazımda 6-7 Eylül olaylarını yazmıştım.
İlK defa 15 Haziran 2015 yılında yazdığım varlık vergisi ile ilgili bu yazımı bir kez daha ilginize sunuyorum.
VARLIK VERGİSİ
Bahtiyar Han nerededir bilir misiniz? Hiç dikkatinizi
çekmiş midir? Bu gün kimindir acaba? İstanbul Galata'da bulunan bu
muazzam han bir zamanlar bir avukata aitti.
Avukat Milaslı Gad Franko.
Kasım 1942 de Varlık Vergisi Kanunu çıkınca
kendisine 420 bin TL. Varlık Vergisi konmuştu. Ödemesi için,
diğer herkes gibi ona da 15 gün de müddet verilmişti. Hanı ipotek edip 100
bin TL.sını hemen ödedi. Bakiyesi için de hanı derhal satışa
çıkarttı. Ancak daha 15 günlük süre dolmadan hana ve bütün mallarına
haciz konuldu.
Satamadı.
Vergisini (!) ödeyemedi.
Vergisini öde(ye)miyenler için
icra-hacizden sonra zorunlu çalışma kampı söz konusuydu. Ancak
kadınlar ve 55 yaşın üzerindeki erkekler kamplara
gönderilmeyeceklerdi. Ne var ki, 20 Ocak 1943de İsmet İnönü başkanlığında
yapılan bir toplantı neticesinde bu kural kaldırıldı.
Ve 62 yaşındaki Gad Franko'yu, Aşkale'ye taş
kırmaya gönderdiler...
O Gad Franko ki, Türkiye'nin ilk hukuk
doktorasına sahip hocalarından bir idi.
O Gad Franko ki, yazdığı iki ciltlik
Medeni Kanun Şerhi kitabı halen ABD kongre kütüphanesindedir.
O Gad Franko ki, 1926 - 1941 yılları
arasında yayımını üstlendiği Hukuki Bilgiler Dergisi, Cumhuriyetin
yeni yeni şekillenen hukuk biliminde çok önemli bir işlev
üstlenmişti. İşte böyle bir adamı, böyle
bir hocayı böyle bir muamele ile Aşkale'ye
gönderdiler...
Bu ne nefret, Allah'ım...
Gad Franko bir zamanlar öğrencisi olan Başbakan Şükrü
Saraçoğlu'na Aşkale'den şu mesajı gönderir:
-Saraçoğlu'na söyleyiniz, devlet vatandaşının her
şeyini, hatta canını bile isteyebilir. Ancak olmayan bir şeyi
istemeye hakkı yoktur...
Bu konuşmadan 20 gün sonra Gad Franko serbest
bırakıldı. Bütün mal varlığı haraç mezat satılmıştı. Ancak bir hukuk adamı
olarak devlet bu adamı hala "tehlikeli"
biri olarak algılıyordu. Savcılık barodan Gad Franko'nun
"ötede beride varlık vergisi ve hükümetin manevi şahsiyeti
ile ilgili olarak tecavüzkâr mahiyette sözler sarf ettiği"
gerekçesi ile disiplin cezasına çarptırılmasını istedi. Savcılık Baro ‘ya
tam 11 kere yazı yazarak ısrarcı bir tutum sergileyecektir. Ama boşuna... Gad
Franko bildiğini okuyacak ve Varlık Vergisi'ni "Kurun-ı
Vustai" yani ortaçağ kanunu olarak nitelemeye devam
edecektir.
15 Mart 1944. Varlık Vergisi yürürlükten kalkar.
Ve Baro kararını açıklar.
- Soruşturmaya gerek yoktur...
Franko sonraki yıllarda bir handa, kiralık bir
yazıhanede, mesleğini sürdürmeye devam eder. Ancak oğlu Avukat Emil
Franko'nun deyişi ile "kurulmasında pay sahibi olduğu
Türkiye Cumhuriyeti'ne küskün bir vatandaş olarak"
1952de vefat eder...
------------------------------------------------------------------------------------------------
11 Kasım 1942. O uğursuz gün Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti, tamamen Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun eseri
olan Varlık Vergisini, oturuma katılan 350 milletvekilinin oy birliği ile
kabul edip yürürlüğe koymuştur. Ancak daha sonraları Demokrat Partinin
çekirdeğini oluşturacak 76 milletvekili bu oturuma katılmamıştır. Resmi
ağızlar Varlık Vergisi'nin ekonomik kaynak sağlamak, karaborsacılığı önlemek,
savaş zenginlerinden haksız kazançlarının vergisini almanın yanı sıra
tedavüldeki para
miktarını azaltmak ve fiyatları düşürmek gibi sebeplerle
çıkarıldığını açıklar. Ancak esas amacın gayrimüslim tüccarı
ortadan kaldırmak suretiyle "sermayeyi Türkleştirmek"
olduğu açıktı. 11 Kasım 1942 günü koyulan ve 16 ay yürürlükte kalan Varlık
Vergisi'ni Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ayhan
Aktar şöyle değerlendirir:
"Bu verginin temel özelliği,
azınlık karşıtı bir vergi olmasıdır. Baştan beri öyle tasarlanmıştır. Bunu,
İstanbul Defterdarı Faik Ökte'nin anılarından öğreniyoruz. (Varlık
Vergisi Faciası Kitabı - Faik Öke) Faik Bey merhum, 12 Eylül 1942 günü,
İstanbul Defterdarı olarak göreve başlar. Önüne Ankara'dan gelen "çok
gizli" damgalı bir mektup koyarlar. Mektupta, savaş şartları
dolayısıyla bazı tüccarların aşırı kârlar elde ettikleri ve
bunları vergilendirmek için bakanlıkta yapılan hazırlıklar
anlatılmaktadır. Bakanlık, bu tüccarların "etnik ve dini kökenlerine
" göre listelerinin hazırlanmasını ister. Yani devlet,
vatandaşlarını ilk andan itibaren Müslüman ve gayrimüslim diye ayırmaya
başlamıştı..."
Yapılmaya çalışılan şey yalnız
sermayenin Türkleştirilmesi ya da servet transferi değildi. Bir intikam, bir
kıskançlık krizi halinde bütün gayrimüslimlerin ellerinde az çok ne varsa
hepsini almak istiyorlardı. Varlık vergisi gayrimüslimlerin en yoksul
kesimi olan seyyar satıcılar, işçiler, hademeler hatta şoförler
gibi meslek guruplarına da uygulanmıştır. Öde(ye)meyenler çalışma
kamplarına gönderildiler... Yalnız Aşkale'ye tümü gayrimüslim 1229 kişi
gönderildi. Bunların 21 i orada öldüler.
O tarihte mecliste bulunan 4 gayrimüslim
milletvekili sızan haberlerden tasarlanmakta olan bu verginin
çıkarılmak üzere olduğunu anladıklarında Başbakan
Şükrü Saraçoğlu'na giderler ve derler ki :
- Toplamayı hedeflediğiniz
300 milyon TL.sını biz (gayrimüslimler) kendi aramızda toplayalım
ve hükümetimize verelim...
Saraçoğlu kabul etmez. Kabul etseydi bu
verginin azınlıklardan tahsil edileceğini kabul etmiş olacaktı.
Sanki tarih yazmadı...
Bu kanun azınlıkların üstüne kâbus gibi
çökmüştü. Ödeme için ancak 15 gün süre tanınmıştı. Bazı
mükelleflere bu süre bile tanınmadan varlıklarına haciz konuluyordu.
Beyoğlu'ndaki mücevheratçılar, altın işi yapanlar ve enteresandır, Burla
Biraderler bu şekilde verilen süre dolmadan hacize uğramışlardı.
Her şey haraç mezat satılıyordu.
Yüzlerce mülk bir kaç günde el değiştirdi. Satın alanlar genelde
Anadolu'dan gelmiş yeni zenginlerdi. Her şey yok pahasına gidiyordu. O
günlerin trajedisini anlatabilmek için bir iki küçük bölümü aktarmak istiyorum.
"Mezatın yapıldığı yer
küçük bir evdi.100-150 kişi içeriye doluşmuştu. Haciz memurunu görebilmek
için insanlar mobilyaların ve kuştüyü koltukların üstüne çamurlu
ayakkabıları ile çıkmışlardı..."
"Mezattan likör alan bazı insanlar
bunun ne olduğunu bilmediklerinden tabağa döküp ekmek banarak yiyorlardı"
"Aile albümleri elden ele dolaşıyor
resimler alıcılar tarafından dikkatlice inceleniyordu."
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kim ne kadar vergi verecekti. Tamamen
kafadan atmaca bir şekilde tespit ediliyordu.
Dönemin İstanbul Defterdarı Faik
Ökte anlatıyor:
- ....ne kadar ezbere taayyün ettiğini
(belirlendiğini) anlamak için her odayı bir iki dakika
dinlemek yeterli idi. Ara sıra şöyle konuşmalar oluyordu:
- ... ne
kadarlıktır?
- 500.000
- Milyonluk
- Ne biliyorsun?
- Sen ne biliyorsun?
- Ortalama bir
rakama git...
Benim Büyükbabam da anlatırdı.
Mesleği yağcı olan birisine "yağ
tüccarı" olduğu varsayılarak müthiş bir vergi konur. Oysa
adamcağız kepenklere yağ süren bir zavallıdır.
-Peki büyükbaba, sen ne yaptın diye
sorduğumda anlatmazdı. Belki de anlatmaktan korkardı. Ancak rahmetli
anamdan bilirim, büyük babama 50 bin TL. vergi konmuş. Ancak komisyondaki
bir tanıdığı bir sıfırı silmiş. Vergi 5 bin liraya inmiş. Ödemişler,
kurtulmuşlar...
İsak Alaton anlatıyor:
- Bize önce 16 bin sonradan 64 bin TL. vergi
konuldu. Ödememiz imkânsızdı. Babamı Aşkale'ye göndermek üzere
Sirkeci'deki sevk merkezine aldılar. "Özel tanıdıklarımız"
sayesinde 4 ay orada kaldı. Fakat sonunda gönderdiler ve orada da 8 ay
kaldı. Döndüğünde yıkılmış ve kırılmış bir vaziyette idi. Bütün serveti
elinden alınmıştı. Bir daha toparlayamadı...
Şapat Levi, 98 yaşında
iken bir söyleşide şöyle diyor:
“-Hata ettik” demelerini isterim tabii.
Ama ne değişir? Ben affettim zaten. Bizi Hitler’den kurtardı İnönü, Varlık
Vergisini de affettim böylece. Eğer bizi Hitler’e verseydi sabun
olacaktık. Parayla hayat ölçülmez. İnönü sayesinde hayatta kaldık. Bunu
unutmadım.”
Keşke Sayın Şapat Levi'ye Türkiye
Cumhuriyeti'nin savaşa girmemesi ve dolayısı ile
Yahudilerin kurtulmasının çarpık Varlık
Vergisi ile hiç bir ilgisi olmadığını söyleyebilseydim. Bu konu
Prof. Stanford Shaw ve araştırmacı Corry Gutstadt tarafından araştırıldı
ve aralarında hiç bir bağ bulunamadı...
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
Varlık vergisi Türkiye Cumhuriyeti
için sadece bir utançtır. 21 Ocak 1943 tarihli Cumhuriyet Gazetesine
Başbakan Şükrü Saraçoğlu şu demeci verir:
"Bu memleket tarafından
gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde,
memleketlerine karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan
kaçacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddeti ile
uygulanacaktır."
Ve uyguladılar... Kanunla... Kurun-ı
Vustai... Ortaçağ Kanunu...
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Biz Yahudiler ve diğer
gayrimüslimler Türkiye'de 500 değil 1500 yılda kalsak yine misafiriz,
yine misafiriz. Bugünkü iktidar da aynı şeyi sık sık dile
getirmiyor mu?
Bu haftalık da bu kadar...
Sevgi ile kalın, hoşça kalın...
Aaron Baruh (Ankaralı)
---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu yazımı yazarken Rıdvan Akar'ın
Aşkale Yolcuları isimli kitabından pek çok alıntı yaptım.
Sayın Denis Ojalvo'nun bu konudaki
yazıları elbette ki arşiv niteliğinde ve çok faydalandığımı
söylemeliyim.
Ayrıca Milliyet Gazetesinden Sayın
Zeynep Özkartal'ın 28.01.2012 tarihli söyleşisi de bana ışık
tuttu.
Aktüel Mecmuasından Sayın Perihan
Özcan'dan da çok yaralandım.
Teşekkürlerimi sunuyorum...